30 Eylül 2013 Pazartesi

İskandinav Sinemasına,Bergman'ya ya Giriş...

       Jenny, kocasının Amerika’ya gitmesi üzerine büyükannesi ve hasta büyükbabasının evine gelir. Uzun zamandır torunları Jenny’yi görmeyen iki ihtiyar, bir ay sürecek olan bu ziyarete çok sevinirler. Büyük bir hastahanede, izine çıkan doktorların yerine bakarak geçimini sağlayan Jenny, kendisiyle aynı hastahanede çalışan arkadaşının eski karısının verdiği partiye davet edilir…
       Partiye katılan Jenny, orda bulunan genç erkeklerin arasında kendini yalnız hisseder, fakat kendisi gibi doktor olan Tomas, genç kadını bu yalnızlık hissinden kurtarır. Zamanla iyice yakınlaşan Jenny ve Tomas, gecenin geç saatlerine kadar alkol eşliğinde zaman geçirirler. Jenny’ye karşı özel bir yakınlık hisseden Tomas, genç kadının uyku hapı aldığı bir gecede, ani ayılışına ve güçlü sinir krizine tanık olur. Kendinden geçen Jenny, kişiliğiyle ve geçmişiyle hesaplaşmaya başlar…

        İskandinav sinemasının dünyaca ünlü yönetmeni İngmar Bergman'ın Yüz Yüze (Ansikte Mot Ansikte) filmiyle Bergman'ya ya doğru anlamlı bir yolculuğa başlıyoruz.İngmar Bergman hocamız bir otoriter papaz babanın oğlu olarak İsveç'de dünyaya gelir.Pesimist filmleri ile ünlenen Bergman filmlerinde her daim egemen baba figürü karşımıza çıkar.Bu filminde Bergman yine insan ruhunun karanlık dehlizlerinde gezinmiş.Bastırılanın misliyle şiddetli bir şekilde feed backini gösterirken sonunda da bir sağalmayı exit yolu olarak göstermiş.Çocukluk ve sonrasında yaşanılan travmalar,sevgisizlik,yetersizlik ve boşluk duygusunu çok iyi yansıtan esas kadın Liv Ulmann,başından geçen deneyimin ardından kendine ayna tutabilen ve güçlenen karakteri çok iyi yansıtmıştır.Yüz Yüze için sıkı bir hesaplaşma ve yüzleşme filmi diyebiliriz.


29 Eylül 2013 Pazar

İran'da Kadın Olmak

            Tahran’da bir kadın arabasıyla yola çıkmıştır. Arka arkaya arabaya binenler aracılığı ile bir kadının yaşamını ve İran’da yaşayan kadınların dünyasını tanımaya başlarız. Sürücü ile konuklar arasında geçen her diyalog, on bölümlük filmin bir parçasını oluşturur. Arabada gerçekleşen konuşmalar, kadınların aile yaşamlarına ve toplumda kendilerini ifade etme çabalarına ışık tutar…
            İran sinemasının en önemli yönetmenlerinden Abbas Kiarostami’nin imzasını taşıyan film, sıradışı anlatımı ve öyküleriyle dikkat çekiyor. Gösterildiği festivallerde yoğun ilgi gören yapım, bizde de İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. İran sinemasını yakından takip edenlerin kaçırmayacağı film, tüm dünyanın beğenisini kazanan güçlü bir sinemayı keşfetmek için de önemli bir adım…

            İran'da kadın olmak ya da olmamak.Varsınız-yoksunuz,her ikisininde levelinin tabana vurduğu bir durumdur.Seslenmek-sesinizin duyulmaması.Konuşmak istemek-konuştuğunuzun kaidesinin olmaması.Yazmak-yazdıklarınızın okunmaması ve de aşağılanması.Tek suçudur kadın olmak.Kadınların her şeyden önce insan olduklarının unutulduğu ya da önemsenmediği toplumların tarih sahnesinde hep kara listede kalacakları tartışmasız.Oysa bir kadının önemsendiği takdirde,kendisine olan güveninin tam yerinde olduğu takdirde neler başarabileceğini,neler yapabileceğini keşke bilinebilseydi.Belki de bunu çok iyi biliyorlar ve bunun bariz bilincindeler.Kadının başarabileceklerinden korktukları için kendi hegomanyalarına bir tehdit unsuru olarak gördüklerinden bu doministik oyunu sürdürme emellerinde kararlılar.Buraya kadar kadın sömürüsünü konumuz Abbas hocamızın Ten filmi olduğu için İran merkezli yazdım.Aslında Abbas Kiarostami'de İran üzerinden tüm dünyada varlığını sürdüren ataerkil düzeni eleştirmiştir.Ataerkil mentalitesinin kadını b-plus bir lige sokması ve bunu İslami mentalitenin dayatması gibi gösterilmesi de ayrıca düşünülmesi gereken bir durum.İ.Ö yüzyılda kız çocuklarının diri diri gömüldüğünü ve İslamiyetin gelişiyle bu cahiliye döneminin bittiği,tarih boyunca kadının önemsendiği bir dönem olduğu çok sahih kaynaklarda mevcut.Kadının 2. sınıf bir konumda olduğunun sırf İran ya da bazı Arabi ülkelere hatta İslam coğrafyasına özgü bir durummuş gibi lanse edilmesi de tamamen kapitalist sistemin bir oyunudur.Burada bir taşla iki kuş vurulmak planlanmıştır.Uyanık olup,gerçeği görmekte yarar vardır.Ataerkillik bütün dünya ülkelerinde yaygın olan bir durumdur.Kadın iyi eş,iyi ev hanımı,cinsellik gibi stereotiplere yerleştirilmiş ve sömürü çarkının en önemli bir parçası konumundadır.


28 Eylül 2013 Cumartesi

Yakın Plan

       Ali Sabzian, İran’ın en önemli yönetmenlerinden biri olan Mohsen Makhmalbaf’ın hayranı olan bir sinemaseverdir. Mohsen Makhmalbaf’ın önce yazmış sonra da sinemaya uyarlamış olduğu eserlerden birini otobüs yolculuğu sırasında okurken diğer yolculardan birinin yoğun ilgisine maruz kalır. Kendisi de Makhmalbaf’ın büyük bir hayranı olan kadın, onun bir eserini okuyan birini görünce kayıtsız kalamamıştır. Kadının bu yoğun ilgisini farkeden Ali, kendisini Mohsen Makhmalbaf olarak tanıtır ve yeni filmi için çalışmalarını devam ettirdiğinden bahseder. İran’ın en zengin ve tanınmış ailelerinden birine mensup olan kadının yavaş yavaş ailesinin içine girerek kendi filmini yapmak için fırsat kollamaya çalışan Ali’nin bu yalanının ortaya çıkması çok uzun sürmeyecektir…
       İran’ın, minimalist tarzı ile adından ve sinemasından en çok söz ettiren yönetmenlerinden olan Abbas Kiarostami, yine kendi tarzında çok önemli bir çalışmaya imza atıyor. 1990 yapımı olan film, yönetmenin sinamatografisindeki en önemli çalışmalardan biri olarak kabul ediliyor…
      
       Bu kadar sansür ve kısıtlamaya rağmen batı sinemasından daha doğal,yalın,kısa,az ve öz diyaloglarla meramını en iyi şekilde aşılamayı başarabilen İran sineması,doğu sanatı.İnsan istesin yeter ki!.Bazen engeller içinde motive olabilmek refah anındakinden daha iyi olabiliyor.Bunun en canlı örneğini Abbas Hocamızın filmlerinde bariz bir şekilde görüyoruz.Filmdeki esas oğlan bazen bir çoğumuzun yaşadığı kimlik bunalımı ve kısacık da başka bir kimliğe bürünmenin hezayanına kapılır ve ilk başlarda yaptığı bu role o kadar kendini kaptırır ki artık kimliğini çaldığı yönetmenin personasında kaybolur.O artık İran'ın tanınmış yönetmenlerinden Mohsen'dir.  


27 Eylül 2013 Cuma

Ve Yaşam Sürüyor

   1990 Kuzey İran'ı sarsan depremin ardından,bir baba ile oğlu "Arkadaşımın Evi Nerede?" filminin iki çocuk oyuncusunun akıbetlerini öğrenmek için,yerle bir olmuş bölgeye doğru yola koyulurlar.Yolda bir çok olaya tanık olurlar ve depremin yarattığı kaosu görürler.Ziyaretçiler,iki çocuğun memleketinde,bütün kayıplara ve her tarafı etkisi altına alan yıkıma karşın,felaketten kurtulanların yaşamının bütün görkemiyle sürdüğünü keşfederler.Toplumsal eleştiri ile trajedinin aktarımını birlikte harmanlayan bir yol filmi olan ve yaşamı öven bir film.Yaşamın alt edilmez gücünü ve insanın kendini gerçeğin gerekliliklerine açmasının önemini vurguluyor.
    Bu bir film değil tamamen hayatın ta kendisi.Bir film çekmek için günlerce hikaye arayışında bulunan Noob Director's için bir ders niteliğinde olan bir film.Abbas Hoca bir film çekmek için sürrealist bir karakter arayışına gitmemiş.Diğer filmlerinden zaten binlerce film hikayesi çıkartılabilir;lakin bunu ancak ve ancak Abbas Kiarostami gibi profosyoneller başarabilir.Depremin bir kurt misali düştüğü yıkılan ocaklardaki umut ışığının ve her şeye rağmen devam eden hayatın tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bir film.


26 Eylül 2013 Perşembe

Hüsrev İle Şirin

        Hüsrev ile Şirin(Ferhat ile Şirin) 12. yüzyılda kaleme alınmış olan Pers kralıyla bir prenses arasında geçen bir aşk hikayesidir.Abbas Kiarostami'nin Şirini ise 112 İranlı kadın oyuncunun bizim göremediğimiz bir ekranda efsanenin beyazperdeye aktarılmış halini seyrederken ki portrelerinin ve doğal tepkilerinin bir kolajıdır.Kimi zaman tek tek,kimi zaman ise diğerleriyle birlikte yakın plandan vizöre alınan kadın izleyicileri kah güler,kah derin bir nefes alır,kah hüzünlenirken,hatta göz yaşlarına boğulurken görürüz.Fonda anlatılan öykü,verilen müziğinde etkisiyle kimi zaman trajik bir hal alır.
        Bir film düşünün;birbirinden farklı kadınların bir sinema salonunu doldurmuş film izlemektedirler.Sinema perdesini film boyunca görememekle birlikte filmin seslerini ve müziklerini duyarız.Bu seslerin ve müziğin duygusal yansımasını kadın izleyicilerin yüz ifadelerinde,jest ve mimiklerinde görürüz.Bu 85 dakika boyunca bu şekilde devam eder.Buna hangimiz dayanabiliriz? Bu filmlere ancak ve ancak sanat filminden anlayanlar ve bu reel filmleri sevenler katlanabilirler.Abbas Hoca,düşük bütçeyle neler yapılabileceğini bu makro minimalist eserinde bizlere bir kez daha göstermiş.Sinema demek çok büyük milyon-milyar dolarlık bütçelerle vurdulu-kırdılı,zombili-cinli-perili,sahte aşk-meşkli,emmeli-gömmeli filmler demek değil.Bunu bir kez daha reel yönetmenlerin filmlerinde görüyoruz.İzlerken düşündüren,izlerken eğlendiren,izlerken öğreten bir film izlemek istiyorsanız Shirin tam size göre...


24 Eylül 2013 Salı

Zeytin Ağaçları Altında

      Yine İran sinemasına devam,yine İran'ın en önemli değeri olarak kabul görmüş efsanevi director Abbas Kiarostami Hoca. Zeytin Ağaçları Altında(از طریق زیر درختان زیتون) filminin konusu kısaca bir yönetmenin yeni filmi için oyuncu arayışını konu almaktadır.Film 1990 İran depremi sonrası,Kuzey İran'da geçmektedir.Film yönetmenin Deprem üçlemesi(Köker üçlemesi) diye isimlendirdiği son filmidir.İlk filmi olan Arkadaşımın Evi Nerede'nin çekim öyküsüne dayanan,ikinci filmi Ve Yaşam Sürüyor filminin yapım öyküsüyle bağlantılıdır.Yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi basitlik ve doğallık hakimdir.Sanatsal ve yaşamsal arasındaki ilişki tüm karmaşıklığıyla ve kurguyla realitenin red line's muğlaklaştırılarak ele alınmıştır.Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye'ye aday gösterilen filmin namıdeğer açık final sahnesi döneminde tartışmalara konu olmuştur.


     

23 Eylül 2013 Pazartesi

Kirazın Tadı

      İran sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Abbas Bey'in Kirazın Tadı طعم گیلاس filminde intihar etmek isteyen orta yaşlarda bir adamın kendisini öldükten sonra gömmesi için anlaşmaya çalıştığı biri Türk üç kişiden öğrendiği hayat derslerini konu almaktadır.Film İran sinemasının en iyi iki-üç filminden biri.Minimalist film severler için bulunmaz bir nimet.Filmin ilk dakikalarında film hakkında kesin bir ipucu alınmaması ve filme adapte konusunda zorlanılsa da mesele kendini belli ettiğinde film izlenilesi bir kıvama geliyor.İran kozmopolitasını ve doğu bilgeliğini çaktırmadan empoze eden bir film.
      Kendini öldürmek istediğinde bile insan bunu yaparken yanında birilerinin olmasını istiyor.Bu bile insanın toplumsal bir hayvan olduğunu çok iyi anlatıyor.Zoo Politikan insan umudunu son nefesine kadar kaybetmemeyi kendine düstur edinmiş adeta.Belki intihar ederken kendisine değer veren birilerinin çıkıp da kendisini intihar etmemesi konusunda ikna etmesini bekleyen son umut kırıntıları.Kendini ispat etme isteğinin tezahürüde olabilir kimi zaman intihar olgusu.Salt tükenmişlik ve depresiflik durumuna bağlanmış olan intihar olgusunun kimi zaman sırf marjinallik ve aşırı merak duygusu sebebiyle bile gerçekleşebileceği görülmüş tarihte.Ki tarih sırf ölümü ve sonrasını merak edip intihar etmiş maceraperestlerle doludur.
      HER ŞEYE RAĞMEN YAŞAMAK EN GÜZELİ...


22 Eylül 2013 Pazar

Ölmesini Beklemek...

       Abbas Hocamızın باد ما را خواهد کرد (Rüzgar Bizi Götürecek) filminde bir yönetmenin film çekmeye çalışırken karşılaştığı sorunlardan bahsedilir.Film ekibi film çekmek üzere İran'ın bir dağ köyüne gelirler.O sıralarda ise köyün en yaşlı kadını ölmek üzeredir.Kadının ölmesini beklerken bir anda kendilerini köy yaşantısının içinde bulurlar.Yönetmen,çalan telefonuna bir türlü cevap veremez.Çünkü köyde telefon çekmemektedir ve telefonun çektiği tek yer olan tepeye doğru sürekli bir gidiş-geliş olur.Burada çukurun içerisinde define arayan bir adam vardır.Yönetmen,bu adamla iletişim kurmak istemesine rağmen adam çukurun içinden çıkmaz.
       Adamın define aradığı çukurdan dışarı çıkmaması izleyicide merak duygusu uyandırır ve iletişimsizliğe göndermede bulunur.Telefonun çekmemesi ise zaten bariz iletişimsizlik metaforudur.Bir tarafta bir insan can çekişirken,diğer tarafta ise idealleri için mücadele eden insanlar.Ölüm aslında bir gün hepimizi ummadığımız bir anda yakalayacaktır.Bu düşünce ve ölüme meydan okunuşun sembolüdür bu filmin çekim serüveni.Geride giderken anlamlı bir eser bırakmak.Film,azimle ve inanarak çalışıldığında insanın tüm zorlukların üstesinden gelebileceğinden bahseder.Rüzgar Bizi Götürecek film içinde film izleme sanatının sayısız örnekleri arasında olan bir Abbas Kiarostami filmi.Şiddetle izlenilmesi tavsiye olunur.


20 Eylül 2013 Cuma

Çocuk Vicdanı Büyüklere Öğretilemez

     İran sinemasının minimalist film türünün üstadı Abbas Kiarostami hocamızın خانه دوست من کجاست؟ (Arkadaşımın Evi Nerede?) isimli filmini bilenleriniz vardır.Kısaca yüzeyselden bahsetmek gerekirse sekiz yaşındaki küçük bir çocuğun ödevini yapmak için oturduğunda yanlışlıkla sınıf arkadaşının defterini de aldığını fark etmesi ve arkadaşının art arda iki gün boyunca ödevini kağıda yapması sonucu öğretmeni tarafından azarlandığını hatta bir daha tekrarı olduğu takdirde okuldan atılmakla tehdit edildiğini bildiğinden defteri ivedilikle geri vermesi gerektiğini düşünür.Lakin önemli bir çıkmaz önünde kaya misali durmaktadır.En büyük engeldir bu.Yani bilgi eksikliği.Küçük çocuk,arkadaşının oturduğu komşu köyü bilmekle birlikte oturduğu evi bilmemektedir.Yinede dünyadaki en güçlü umutla,çocuk umudu ve cesaretiyle arkadaşının evini bulmak için bütün öğleden sonraki vaktini komşu köyde geçirir.Küçük çocuğun arkadaşına yardım etmek amacıyla gösterdiği anlamlı çabalar,karşılaştığı ve yardım istediği büyükler tarafından kayıtsızlıkla karşılığını bulur.Bu film bir İran köyündeki toplumsal oluşumu sorgularken aynı zamanda da gündelik zorluklarla nasıl başa çıkıldığına dair ipuçları sunmaktadır.
     Filme felsefi açıdan baktığımız da ise;farklı açılardan mesajlar vermektedir.Bu mesajlardan ilki,zengin ülkelerde yaşayan fakir insanların hayatıdır.Köy çocukları,köy okulu ve okulun bir türlü yanmak bilemeyen sobası,okulun ilk günleri baba mesleğinin ne olduğunu soran kendini bilmez sistem kurbanı Öğretemeyenler,yamalı önlük ve pantolonlar,sümüklü burunlar,çamurlu ayakkabılar.Sonuna kadar fakirlik ve sonuna kadar yokluk.Buna rağmen çocukça bir samimiyet ve dürüstlük.Çocukça bir azmin nelere kadir olabildiğini görebilmek.Filmde ayrıca İran-Türkiye kültürlerinin birbirlerine ne kadar benzediğini de fark edeceksiniz.


19 Eylül 2013 Perşembe

Bir Yaratık Doğurmak

     Mr. David Lynch'ın ilk filmi olan Eraserhead sinema tarihinin gelmiş geçmiş düşe en yakın olan filmlerinden biri olarak kabul edilmektedir.Film esas oğlanın geçmişte yaşadığı esas hanımefendi ile ilişkisinden hamile kaldığını öğrenmesi ve onu küçük karanlık ve soğuk evine getirmesiyle başlar.Mary bir süre sonra doğum yapar.Bu bebeğin cinsiyeti nedir?...Kız mıdır?. "Tühhh Bee"...Erkek midir?..."Oo Yeah"...Bu mudur yani?.
Maalesef dünyaya gelen bebek ne kız nede erkektir.Açıkcası o ne insana ne de dünyada gördüğümüz envai çeşit canlı türünden hiçbirine benzememektedir.Yüzeyseli bırakıp birazda aşağıda filmin anlatmak istediği mesajlardan bahsedeceğim...
    Film sürrealist öğelerle ve sinemanın görselliğinden yararlanmak suretiyle düşe yaklaşmayı başarabilen bir yapıt olarak nam salmıştır.Envai çeşit simge ve sembollerle süslenmiş sanayi toplumunun makineleşmiş insanının bir ucube imajında yüz bulduğu anlamsızlığın da belki gizli manasını bulabildiği bir film.

  

17 Eylül 2013 Salı

Ayrıntı Kesik Kulakta

          Mavi Kadife bir seks dominizmi.Bastırılmış duyguların bir insanı nasıl felaketlere sürükleyeceğini anlatan bu türde yapılmış bir başyapıt.David üstat ayrıca bu filminde sahne ışıkları ve gölgelerini son demine kadar izleyiciye aşılamış.Genelde kapalı mekanlarda geçen film insanın zorda kaldığında nasıl kötülüğe bulaşabileceklerini,acımasız ve sevgiden yoksun olabileceklerini göstermiş.Ayrıca bu filminin diğer filmlerine nazaran daha anlaşılabilir olduğunu söyleyebiliriz.
          Bu filmi yüzeysel anlatmak istediğimizde;meraklı bir insanın kendini dizginleyemeyip merakının üzerine inatla gitmesi sonucu başına gelen sayısız belaları anlatmaktadır.Bahçede bulunan kesik bir kulağın merakla peşine düşen karakterin başına açtığı bela zinciri gerçekten izlenmeye değer.


16 Eylül 2013 Pazartesi

Rüya Mı?...Gerçek Mi?...

                    Yine efendimiz Mr. David Lynch,yine esrarengiz ve muğlak bir film.Duyar gibiyim Mulholland Drive,Mulholland Drive diye seslenmelerinizi.Ne var sanki de nidalarınız bu garip otoban için yükselir.David bu kez birazcık daha dozu arttırmış ve adeta seyirciyle dalga geçer gibi bir haleti ruhiye bürünmüş.Sıkıysa siz çıkın işin içinden der gibi.Psikolojinin sınırını sonuna kadar zorlayan bir film ve bu filmde senarist izleyici.Evet yanlış duymadınız.Bu filmin senaryosu izleyiciye göre değişir.David'e bulaşan bin pişman bulaşmayan bin pişman.Bu film düz linear mantıkla izlenmemeli.Olayları olağan sırasıyla değerlendirmeyip karışık bir çizgide değerlendirdiğiniz takdirde filmin daha anlaşılır bir hal aldığını göreceksiniz.
                    Birazda filmden bahsedelim;film bir otoyolda geçmektedir.İyi-kötü,güzel-çirkin,iffet ve namusuzluk gibi karışımların eşine rastlanmaz karışımına şahit olacaksınız.Öncelikle filmdeki karakterler rüya veya hayal mahsülü mü?.Yoksa aleni gerçekler mi olduğunu tam olarak anlamak imkansızlaşıyor ve bu film bittiğinde filmi bir kez daha izleme isteği duyuyorsunuz.Filmi ikinci kez izlediğiniz de de inanın üçüncü kez izlemek istiyorsunuz.Muğlaklık ve çözümsüzlük sizin benliğinizi adeta esir alıyor.
                    Bu filmi izleyin ve görün diyorum...


15 Eylül 2013 Pazar

Kasvetli Salonda Üç Tavşan

           Hafta sonu geldi çattı ve siz eşinizi,dostunuzu,sevgilinizi ya da arkadaşınızı yanınıza aldınız ve sinemanın yolunu tuttunuz.Lakin gişenin önünde beklerken hangi filme gideceğinize karar veremediniz.Derken fikir vermek adına filmlerin afişlerine bakınıyorsunuz.Gözünüze üzerinde 3 adet tavşanın olduğu Rabbit's isimli film takılıyor ve filmi merak ederek heyecanla bileti alıp filmin başlamasını bekliyorsunuz.Heyecanlı bekleyişin ardından film başlar.Film 3 kişilik bir tavşan ailesinin salonda eski bir kanepede aralarında geçen konuşmalardan ibaret...Gibi gözükse de yüzeysel düşünmeyip derinlerine ve anlatmak istenilen asıl meseleye doğru inildikçe filmden çok şey öğrenilebiliyor.Ama yüzeysel düşünen biriyseniz ve bu filme girdiyseniz beklediğinizi bulamayacak en fazla 20 dakika dayanabileceksiniz.Sonrasında küfürler yağdırarak salonu terk edişinizi duyar gibiyim.
           Keşke sabredip bu filmi farklı bir perspektiften sonuna kadar izlemeyi başarabilmiş olsaydınız inanın çok şey öğrenecektiniz.Film;varoluşçu problemlerden,zaman ve mekanın kopuşundan,aile içi iletişimsizlikten,diyalogların arasına gizlenmiş mesajlardan,otaritenin üzerimizdeki baskısından bahseder... 
           Filmin ayrıca tam olarak ne anlatmak istediği çözülememiştir.Mr. David Lynch yine yapmıştır yapacağını.Belkide bu filmi sizler çözmeyi başarırsınız ve bunu buradan paylaşarak bizleri de aydınlatırsınız.O zaman şimdiden sizlere sabırlı izlemeler diliyorum.Sabırlı izlemeler diliyorum,çünkü Rabbit's gerçekten zor bir film...

 

14 Eylül 2013 Cumartesi

Bitik Şehir İstanbul

   
      Geçenlerde Mr. Tuncel Kurtiz ile alakalı bir magazin programında bir haber geçti ve ilk başlarda haber komiğime gitmişti ama biraz düşündüğümde namı değer Ramiz Dayımızın haklı olduğuna kanaat getirdim.Haberin içeriği: Mr. Tuncel Beyefendinin artık boğazda yüzemediği,balığın tadı-tuzu olmadığı için İstanbul'u terk edip köyde yaşadığıydı.
      Bugün varoşist Avcılar'dan Eminönü'ne gitmek üzere yola çıktık.Metrobüs geldiğinde yaşadığımız zorlu rekabetli,kıran kırana geçen yarışın galibi olarak arkada bir yer kapmayı başarabildik.Ama tramvay aktarması yapmak üzere Zeytinburnu'n da indiğimizde şansım bu kez iyi gitmedi.Ayakta bile zor gittiğimi söyleyebilirim.Büyük ihtimalle 5-6 kişiyle akrabalığımız olmuştur :) Eminönü'nden Taksim'e  doğru Karaköy'den yukarıya tabana kuvvet yürüyüp Taksim'e varmayı başarabildik.Tabi haliyle karnım zil çalıyor.Adam gibi isim yapmış A Plus olmasa da B Plus hizmet veren bir kafeye girdim,menüde görsel açıdan son derece güzel gördüğüm yemeği söyledim.Lakin hayal kırıklığı bana gelen tabaktaki salatalıklar inanın bir haftalık.Verdiğim paraya aldığım hizmetteki kalitesizlik!...Adamların umurunda değil ki nasılsa sırf o isme gelen benim gibi enayiler oldukça daha çok kazanırlar.Daha çok şube açarlar.Neyseki akşam oldu ve dönüş çilesi başlayacaktı ve ben gelirken ki çekdiğim çileyi tekrar çekmemek ve de kendi aracım olsa daha mı iyi olurdu diye düşüncelerimi doğrulamak adına çift katlı otobüslerle e5 üzerinden gelmeye karar verdim.Lakin bir hayal kırıklığı daha 2 saatte gettoya(Avcılar) varabildim.Eve girdim yine huzur bul...Dum dersem çok büyük yalan söylemiş olurum maalesef İstanbul'da huzur yok mahallenin ve apartman denilen ahırda yaşayan 14-15 yaşlarındaki zibidi tayfasının sokaktaki kahkaha,sesli konuşma,küfür gibi bilumum taşkınlıklarını duyuyorum ve bundan fena halde rahatsızım.Ve bu zibidi takımı kızlardan oluşuyor.Eskiden kızlarımız böylemiydi ya.Ha şunu da ekleyeyim geceleri uyuyamıyorum o dışarıdaki zibidilerden ikisi tepemde oturuyor ve dün gece saat sabahın 5 i hala konuşuyorlar,hala konuşuyorlar...Neyse buradan Mr. Ramiz Dayıya sesleniyorum...
      DAYI ŞU YEĞENİNİDE AL KÖYÜNE...

 

13 Eylül 2013 Cuma

Batman'mi?. Ingland Empire'mi?.

Batman:

    Uçuk bir maliyetle çekildiği,major oyuncusunun değiştiğine ve kim olacağına dair buram buram gizil reklam kokan haberleri,biçimsel olarak son derece göze hitap eden,teknolojinin nimetlerinden son safhasına kadar yararlanılan vs. bir film olduğunu biliyoruz.

YA İÇERİK ?...

Inland Empire :

   Mr. David Lynch'la tanışmama vesile olan izlemiş olduğum ilk filmi.Filmden kusarak kaçanlar da mutlaka vardır ve olacaktır da.Herkes her filmi sevemez zaten.O zaman film türleri olmazdı.Film;düşük bir bütçeyle,no name oyuncularla çekilmiş gizem dolu,metaforik açıdan son derece zengin bir kara film.Filmde teknolojinin yüzde 50 si kullanılmış olmasına rağmen göze hitap etttiği gibi aynı zamanda da insanı düşündüren eylemlere sevk etmektedir.Düşle-gerçek içi içe geçmiştir ve o kadar bütündür ki gerçeği bulabilme nefsiyatı insanı cinnet aşamasına getirebilir.

BİÇİM VE İÇERİK AÇISINDAN SON DERECE ZENGİN INLAND EMPİRE...

  * Bir filmde sadece sürrealizm ya da realizm izlemek şahsi fikrimdir ki beni sıkar,bana bir şey öğretmez ve beni bir düşünce formuna doğru yönlendirmez.O yüzden hep bu tarz filmlerden uzak durarım.Inland Empire sürrealist ve realist bir film olmakla birlikte düşündürür,eğlendirir,korkutur,güldürür ve öğretir.

TAVSİYE EDERİM...