27 Kasım 2013 Çarşamba

Ayna

   Andrei Tarkovsky’nin en kişisel filmi.
Zaman kavramının tamamen yitirildiği şiirsel bir dille ölmekte olan bir adamın ikinci dünya savaşı sırasında çocukluğu, ergenlik dönemi ve annesiyle babasının boşanması sırasında yaşadığı travmanın Rusya’nın tarihi ve toplumunun evrimi fonunda verildiği bir başyapıt…
Filmin Analizi:
Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan!! Geçmiş ve şimdi, ya gelecek! Nedir gelecek? Savaş-Yıkık yürekler, zafer-hakimiyet zannı, zaman-göreceli esneklik, mekan-zahiri değişken. Yansıma; ayna (algısal görüş), tetikse sözde konjonktür…
Sebep;
külliyetin nekaisi dahilinde tahayyül edilen, filvaki homojen olan, lakin zerre kıymetsizliğindeki nüansların algılarca heterojenlikle yaftalanması…
Sonuç;
Kısıtlanan, çürüyen, toprak olan, yok olan canlar-cananlar-hisler-fikirler-umutlar-dilekler. Sahneye ramptan kesik ve keskin, kimi zaman da flu bakışlar eşliğinde düşsel ve de gerçek olan olaylara yüklenen anlam, ateşin sıcağa / felakete, suyun soğuğa / hastalığa sebebiyetini korku ile körükleme / kendine yontma, hükmetme güdüsü…Esasında nisabında olması halinde kötü zannedilenin iyi de olabileceğinin / olduğunun derk edilmesi. Ateş-enerji-sağlık, su-bereket-yaşam! Totaliter hakimiyetin baskınlığı karşısında şahsi nazardan yaşanan badirelerin etkisine maruz kalan bir neslin, birkaç neslin, topyekün buhrana sürüklenmesi…Etki alanındaki empati sağanağının perde üzerindeki yakamozvari devingenliği…Gülmek için bir başkasının ağlaması mı gerekiyor? Öyle ya da böyle hepimiz ağlıyoruz, bazen dışa vurup farkına varabiliyoruz, bazense akıntıya kapılmış bir çöp payesinde kirlenmeye katkıda bulunarak heba ediyoruz bu cenneti ve içerisinde yaşanması gereken güzellikleri. Düşlerimiz dahi yönlendirilmiş / yönünü kaybetmiş. Döktü(rdü)ğümüz göz yaşlarının bataklığa çevirdiği verimli ve cömert fikirlerden müteşekkil saf duyguların bulanması ile saplanıyor / gark oluyoruz fani faniliğe, zorunlu veya gönüllü kes(tir)ilen biletle, beraberce ve de en ön sıradan izliyoruz biçare mütecavizliğimizi. İnşa etmek bir ömür, parçalamak dakikalar…Yıkımların nedeni haslet mi, yoksa yetkinlikten geldiğini düşündüğümüz meziyet zannı mı? O zaman bu yokoluş ne için? Koca bir hiç için, koskoca bir hiç olma çabasından başka…

   Eğer düşünmek, sadece yönetmenle beraber, tüm ön yargılarımızı bırakarak düşünmek istiyorsak Tarkovski’nin düşler dünyasına girebiliriz, yok eğer patlamış mısır eşliğinde ‘hoş zaman’ geçirmek derdindeyseniz, zamanınızı harcamayın. Bir beyin ki şair bir babanın oğlu, bir beyin ki filmleri bizzat kendinin yetiştiren Sovyetler’de bile yasaklanıyor. Yıkılmak üzere olan evliliğini kurtarmaya çalışan bir adamın çocukluk anılarını kullandığı sert dönüşler ve düşşel sekanslarla anlattığı bu filmi için ‘Mühürlenmiş zaman’ kitabında şöyle diyor : ‘Evet, zaten bu film Rus seyircisi arasında birçok tartışmaya yol açtı. Bir gün filmin gösteriminden sonra, halka açık olarak düzenlenen tartışma iyice uzamıştı. Gece yarısından sonra salonu temizlemekle görevli temizlikçi kadın geldi ve artık salonu boşaltmamızı istedi. Filmi daha önce görmüştü ve tartışmanın niye bu kadar uzun sürdüğünü anlamıyordu. Bize, “Aslında her şey çok basit: Birisi hasta düşer ve ölümden korkmaya başlar. Birden başkalarına yaptığı kötülükleri hatırlar. Özür dilemek, kendini affettirmek ister” dedi. Bu basit kadın her şeyi anlamış, filmdeki pişmanlığı kavramıştı. Ruslar içinde bulundukları zamanı yaşarlar. Edebiyat da yalnızca bu zamanla yapılır ve basit insanlar bunu çok iyi anlar. “Ayna” bu anlamda biraz da Rusların hikayesidir. Pişmanlıklarının hikayesi. Salondaki eleştirmenler filmden hiçbir şey anlamadıkları halde, ilköğrenimini bile bitirmemiş bu kadın bize kendi gerçeğini, Rus halkının pişmanlığı gerçeğini söylüyordu.’ Filmlerinin anlaşılmaz olduğu yönündeki eleştirilere şöyle demiş Tarkovski : “Bence çağımızın en üzücü özelliği, sıradan insanın bugün, güzeli ve geçici olmayanı yansıtmakla ilgili olan her şeyden koparılmış olmasıdır. ‘Tüketicilere’ göre biçilmiş günümüz kitle kültürü -bir protezler medeniyeti- ruhları sakatlıyor; insanın kendi varlığıyla ilgili en temel soruları sormasını, bir ruhî varlık olarak kendisinin şuuruna varmasını giderek artan bir şekilde engelliyor. ‘Bir film yapmanın, bir kitab yazmanın tüm kurallarını, genelgeçer tüm metodlarını bir kenara bırakabilseydik ne kadar harika şeyler yapabilirdik. Gözlemlemeyi unuttuk. Gözlemlemek yerine her şeyi kalıplara uydurmaya çalışıyoruz’” İyi de bu adamın filmlerinden nasıl zevk alacağız? Neden bir Western tadı yok, neden mutlu sonla bitmiyor, kadınlar neden soyunup, planlar yaparak erkeği avlamıyor, neden sürpriz finallere ağzımız açık kalmıyor? Bence zevklerimiz ve beğeni krtiterlerimizin HOLLYWOOD endüstrisi tarafından bir çok parametresi belirlenmiş. Yoksa Tarkovski için yine dünya büyüğü yönetmen İNGMAR BERGMAN şöyle demezdi : ‘“Tarkovski, sinema yönetmenlerinin en büyüğüdür. Düşvarî mekânlarda bir uyurgezerin güveniyle hareket eder, hiç açıklama yapmaz. Zaten ne açıklayacaktır ki? Düşlerini, tüm haberleşme araçlarının en zoru, ama bir anlamda en isteklisi aracılığıyla görünür kılabilen bir gözlemcidir o. Ben tüm hayatım boyunca, onun büyük bir tabiilikle dolaştığı kapıları yumrukladım durdum. Ama bu kapılardan içeri ancak birkaç kez süzülmeyi başarabildim”.

Saygılarımla
Eray Eliçora


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder